Adana’da Barış Yürüyüşü
Adana Şube Başkanı Avukat Yakup Ataş tarafından okunan basın açıklamasında, barışın toplumlar için yaşamsal bir değer olduğu, savaşların ise yalnızca yıkım ve acı getirdiği ifade edildi.
Adana'da 1 Eylül Barış Günü kapsamında Adana Emek ve Demokrasi Güçleri tarafından düzenlenen yürüyüş ve basın açıklamasında, savaşın yıkıcı etkileri ve barışın önemi bir kez daha vurgulandı. İnönü Parkı'ndan Atatürk Parkı'na kadar gerçekleştirilen yürüyüşe, Adana'daki emek ve meslek örgütleri, siyasi partiler, dernekler ve çok sayıda vatandaş katıldı. Etkinlikte ayrıca DEM Parti Mersin Milletvekili Ali Bozan da yer aldı. Yürüyüşün ardından İnsan Hakları Derneği (İHD) Adana Şube Başkanı Avukat Yakup Ataş tarafından okunan basın açıklamasında, barışın toplumlar için yaşamsal bir değer olduğu, savaşların ise yalnızca yıkım ve acı getirdiği ifade edildi. Ataş, savaşın yıkıcı etkilerine karşı barışın korunmasının ve bunun için mücadele etmenin bir insanlık görevi olduğunu dile getirdi. İHD Adana Şube Başkanı Avukat Yakup Ataş açıklamasında şu ifadelere yer verdi. Barış dedik bunca yıl, Kardeşlik dedik, sevgi dedik. Yepyeni umutlar doğurduk umut tacirlerinden, Düştük peşlerine korkusuz, Aç, susuz ve en dikenli yollarda yalınayak. Gelecekleri kapkara, Dilleri yumuşak, Yalanları güzel ve ak. Girdiler dünyamıza alkışlanarak. Bugün 1 Eylül Dünya Barış Günü; yüreği kardeşlik ve sevgi için atanların, hak ve adalet mücadelesi yürütenlerin, yaşamı, doğayı ve bütün canlıları eşitçe savunmayı inanç olarak görenlerin, zorba, despot ve savaştan beslenen iktidarlara karşı barış için direndiği gündür. 1 Eylül 1939 yılında Nazi Almanya'sının Polonya'ya saldırmasıyla İkinci Dünya Savaşı başlamış ve bu savaş milyonlarca insanın ölmesine, doğanın tahrip edilmesine ve insanlık tarihinin en acımasız vahşetlerinin yaşanmasına neden olmuştur. 1 Eylül, dünya tarihinde bir milat olmuş ve tekrar aynı acıların yaşanmaması için Dünya Barış Günü olarak ilan edilmiştir. Birleşmiş Milletler, Barış Hakkı Bildirisini kabul ve ilan ederek barış hakkının bir insan hakkı olduğunu tüm üye ülkelere hatırlatmıştır. Yine Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Konseyi verdiği karar ile "barış hakkının tüm üye ülkeler tarafından desteklenmesi" gerektiğinin altını çizmiştir. Savaş, sadece insanların ölmesi değildir; savaş, insanlığın yarattığı tüm kültürel değerleri, birikimi, tarihi ve geçmişle bağları kopardığı gibi toplumsal hafızayı da ortadan kaldırmaktadır. Her savaşla birlikte insanlığın yarattığı uygarlık bir kez daha yok edilmektedir. Bugün gelinen noktada, insanlık değerlerini yok eden savaşlar halen devam etmektedir. 1 Eylül, Dünya Barış Günü; insanlığın İkinci Dünya Savaşı'nın yıkıntıları arasında ulaştığı bir derstir. Ancak gelinen nokta, insanlığın bu dersi unuttuğunu göstermektedir. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nde maalesef yine savaşı, çatışmayı, kavgayı, yerinden yurdundan edilen ve yollara düşen mülteci sorununu ve bunun yarattığı yoksulluğu konuşuyoruz. Barış gününü kutladığımız bugün dünyanın birçok yerinde bölgesel ve yerel savaşlar ile çatışmalar devam etmektedir. İsrail-Filistin savaşı, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali, Sudan, Myanmar, Burkina Faso, Mali ve Libya'daki savaşlar/çatışmalı ortamlar, yine Suriye iç savaşı ve Rojava'daki çatışmalı ortam binlerce sivil ölüme neden olmuştur. Birleşmiş Milletler raporlarında ağır silah kullanımının giderek arttığı, ayrım gözetmeyen saldırılar sonucunda sivil ölümlerinin beşte birinin "kadın ölümleri" olduğu belirtilmektedir. Ayrıca, dünyadaki savaş ve çatışmalardan en çok etkilenenlerin çocuklar ve kadınlar olduğu gerçeğiyle karşı karşıyayız. İsrail-Filistin savaşından kaynaklanan ölüm ve yıkımların boyutu, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı raporlarında Gazze'nin yeniden inşasının ancak 2040 yılına kadar tamamlanabileceği şeklinde ifade edilmektedir. Bu durum savaşın ne denli bir tahribata yol açtığının en somut örneklerinden sadece birisidir. 31 Mart seçimleriyle gücünü kaybettiği açığa çıkan AKP-MHP iktidar bloğu, meşruiyet krizini siyasal ve ekonomik baskıyla kapatmaya çalışırken, faşizmi kurumsallaştırma adımlarına da devam etmektedir. Hukuksuz ve antidemokratik uygulamalarla varlığını sürdürme çabası içerisindedir. Başta hapishaneler olmak üzere tüm toplum ağır bir baskı, izolasyon ve tecrit anlayışı ile idare edilmeye çalışılmaktadır. Türkiye'de sorunları barışçıl ve demokratik yollarla çözme yerine yok sayma, bastırma ve kriminalize etme politikaları, Kürt sorunu konusunda da en katı haliyle karşımıza çıkmaktadır. Kürt sorununda çözümsüzlük politikasında ısrar edilmesi, artık halaylara, düğünlere, müziğe müdahale etme, gözaltı ve tutuklama gerekçesi yapma noktasına kadar gelmiştir. AKP-MHP iktidarı, yurttaşların en meşru demokratik talebini, düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamındaki eylem ve etkinliklerini gözaltı ve tutuklama gerekçesi haline getirirken halkın seçme ve seçilme hakkını gasp ederek, üçüncü kez halkın iradesini gasp edip kayyum politikasına sarılmaktadır.