Leena Patel’in 24 Şubat 2023 tarihli yazısını Kerem Selçuk KaosGL.org için Türkçeleştirdi.
Uluslararası STK’ların geçmişte sömürge olan yerlerdeki LGBTQİA+ hak mücadelesine destek sunarken kendilerine neleri hatırlatmaları gerekiyor? LGBTQİA+ tarih ayı için yazdığı bu yazısında, Leena Patel konuya dair dört önerme getiriyor. Bunlardan ilki, sömürge dönemi yasalarının günümüzde hala ne denli yoğun bir etki alanın olduğu bilinciyle hareket etmek.
1860 yılında, İngiliz Lord Thomas Babington Macaulay’in hazırladığı Hindistan Ceza Kanunları Hindistan’da yasalaştı. “Direnen kitlelere Avrupa ahlakını aşılamak” amacıyla düzenlenen kanunnamenin 377.maddesi doğaya aykırı suçlara ayrılmıştı. Hiç şüphesiz eşcinsel ilişkinin tanımlanma biçimi olan “doğanın düzenine aykırı cinsel ilişki”, kanunnamenin bu maddesince suç sayılıyordu.
Britanya İmparatorluğu genelinde LGBTQİA+’ların suçlulaştırılması işte böyle başladı. Hindistan nihayet 2018’de 377. maddeyi kaldırmış olsa da, aradaki süreç, sömürgeciliğin baskıcı yasalar ve ayrımcı tutumlar yaratan mirasını tüm dünyaya zerk etmesi için fazlasıyla yeterli oldu. Günümüzde rızaya dayalı eşcinsel birliktelikleri suç olarak görmeye devam eden 71 ülkenin neredeyse yarısı eski Britanya sömürgelerinden. (Oxfam’ın Onur Ayı serisinde geçen yaz yayınlanan iki yazı, Lübnan ve Filipinler’de, LGBTQİA’ların yaşadığı günümüz gerçekliğinin sömürgecilik tarihi tarafından nasıl şekillendirildiğini gözler önüne seriyor).
Bu yazıda, bu tarihi mirası vurgulamak ve kendileri eski sömürgeciler olan ülkelerde çalışmalar yürüten uluslararası STK’ların, tarihte sömürge olan ülkelerdeki LGBTQİA+’ları destekleme ve onları güçlendirme meselelerine nasıl yaklaşmaları gerektiğine dair dört öneri sunmak istiyorum.
Hindistan ceza kanunundaki baskıcı yasalar haliyle Hindistan’ın çok daha ötesine yayıldı. Human Dignity Trust tarafından oluşturulan bu zaman çizelgesi, Pakistan, Bangladeş, Burma, Sri Lanka, Malezya, Singapur ve Brunei’nin de yıllar içerisinde aynı yasalarla nasıl cebelleşmek zorunda kaldığını gösteriyor. Zaman çizelgesi, aynı yasaların daha sonra nasıl uyarlandığını ve 377. maddenin yürürlüğe konmasını takip eden yarım yüzyılda Afrika, Karayipler ve Güney Pasifik’teki İngiliz kolonilerine nasıl yayıldığını da açıklıyor. Hindistan nihayet 2018’de dönüm noktası niteliğindeki bir Yüksek Mahkeme kararıyla sömürge dönemi yasalarını bozup eşcinsel seksi yasallaştırdıysa da sömürge yasalarının bıraktığı suçlulaştırma mirasının izlerini pek tabii hala birçok yerde sürebiliriz. (Bu BBC makalesinde, 377’nin tarihine ve mirasına dair detayları inceleyebilir ve çoğunluğu eski İngiliz sömürgelerinden oluşan Milletler Topluluğu’nda hala LGBTQİA+’ların suçlu kabul edildiği ülkelerin bir haritasını görebilirsiniz.)
Sömürge yasalarının kapsamı bunlarla sınırlı kalmadı. Bu yasalar ayrıca, ilk olarak 1893’te Guyana’da yürürlüğe giren bir kanun kapsamında “uygunsuz bir amaç için karşı cinse ait kıyafetleri giymeyi” suç unsuru olarak tanımlayarak, cinsiyet kimliği ve cinsiyet ifadesini de denetim altına almayı amaçlamıştır. “Doğaya aykırı suçlar” ve “müstehcenlik” yasaları, kadınlar arasındaki eşcinsel ilişkiyi hedef tahtasına oturtmamıştır. Ancak, Barbados, Kenya, Malavi, Sri Lanka ve Zambiya gibi birçok ülke, bağımsızlıklarının ardından ve ne ilginçtir ki suçlulaştırmanın ilk başladığı Birleşik Krallık’ta eşcinsel ilişki suç unsuru olmaktan çıkarıldıktan sonra, bu yasaları kadınlar arasındaki cinsel birlikteliği de suç sayacak şekilde genişletmiştir.
Şu, su götürmez bir gerçektir ki ezelden beri, çeşitli cinsellik biçimleri, cinsel yönelimler ve toplumsal cinsiyet formları var olmuştur. LGBTQİA+’lara yönelik sömürgeci baskı ise, genellikle LGBTQİA+’ların tarihsel olarak tanındığı, saygı gördüğü ve önemli rollerde olduğu toplum ve kültürlerde boy göstermiştir. Örneğin, Kızılderili topluluklarında ileri görüşlü olmalarıyla toplumda saygıyla anılan, kendilerine lider ve şifacı rolleri atfedilen iki ruhlu insanlar görürüz ki bu iki ruhlular hem “eril” hem “dişil” özellikler gösteren ve günümüz literatüründe LGBTQİ+ şemsiyesi altında tanımlanan insanlardır. Bir diğer örneğe, dini kanaat önderi olarak görülen Kenya’nın Meru topluluğunda rastlarız. Meru’da LGBTQİ+lar, “mûgwe” adı verilen şifacılardır. Doğumda erkek atanmış olan bu hekimler, uzun kadınsı saçlarıyla ve bir dişilik sembolü olan sol elleriyle şifa dağıtırlar. Hindistan’da kinnar (aravani, aruvani, jogappa, kothi ve shiv-shakthis olarak da bilinir), Pakistan’da khwaja sira, Samoa’da fa’afafine ve Tonga’da fakaleitī (leitis) karşımıza çıkar. Tarihte üçüncü cins olarak adlandırılan bu toplulukları günümüz literatüründe non-binary, transseksüel ve intersex olarak LGBTİQ+ şemsiyesinde görüyoruz. Bahsi geçen bu toplulukların kimi tinsel bağlamda kimi toplumda icra ettiği görevlerinden hasıl oldukça saygı gören kişiler olmuşlardır.
Bu örneklerden yola çıkarak şunun altını çizmeliyim ki, “tarihi bilmek ve tarihle yüzleşmek”, LGBTQİA+ların sömürge öncesi dönemlerde bulundukları toplumlarla nasıl hemhal olduklarını ve o toplumlardaki işlevselliklerini kavramaktan geçiyor.
LGBTQİA+’lar sömürge dönemlerinde ve öncesinde nasıl var oldularsa günümüzde de var olmaya devam ediyorlar. Var olması kabullenilemez olan, eşcinsel ilişkileri ve transseksüelliği suç kapsamında değerlendiren yasalar. Hiçbir yasa yoktur ki LGBTQİA+’ların var oluşlarını inkâr etmeye gücü yetsin. LGBTQİA+ hak mücadelesinin tüm dünyada giderek güçlenmesi, Oxfam’ın, uluslararası STK ve şirketler de dahil olmak üzere birçok kurumun Onur Ayı’nı kutlaması, hak mücadelesi veren aktivistlere ait cüretkâr mücadelenin bir imzasıdır. Dünya tarihinde ne denli bir çığır açtıklarının göstergesidir. Bizler bu mücadeleyi eşcinsel ilişkilileri suç sayan 53. Maddeyi Belize yasalarından çıkarmak için yaklaşık 20 yıllık mücadelelerinde sebat eden Birleşik Belize Savunuculuk Hareketi’ndeki (UNIBAM) Caleb Orozco’da, görürüz. Cüretkarlığın sesini, Guyana’yı Karayip Adalet Divanı’na götüren ve Guyana’nın karşı cinse ait kıyafet giymeye içkin yasalarını anayasaya aykırı bularak iptal ettiren Cinsel Yönelim Ayrımcılığına Karşı Toplum’da (SASOD), Hindistan’da gey seksi suç olmaktan çıkarmak için verilen yasal mücadeleyi kazanan lezbiyen hukuk devi çift Menaka Guruswamy’da ve Arundati Katju’da duyarız.
Küçük ya da büyük, yerel ya da küresel fark etmeksizin, LGBTQİA+ aktivstler, söz konusu kapsayıcılık adına kapıları zorlamak, hegemonyada delikler açmak ve başkalarına da bu konuda ilham vermek olduğunda deyim yerindeyse birer ustadırlar.
Ustaların birçoğu eski sömürgelerden geliyor. Wihwaterstrand Lezbiyen Gay Örgütü (GLOW) kurucu üyesi olarak, 1990’da ırk ayrımı sisteminin uygulandığı Güney Afrika’da ilk Onur Yürüyüşünü düzenleyip, 1995 yılında Pekin’de düzenlenen Dördüncü Dünya Kadın Konferansı‘nda LGBTQİA+ haklarını BM’ye taşıyan, lezbiyen aktivist ve film yapımcısı Dr. Beverly Palasea Ditsie’den başkası değildir.
LGBTQİA+ aktivistler, insan hakları savunucuları, avukatlar ve hukukçularla birlikte LGBTQİA+’ların haklarını insan hakları olarak yeniden onaylayan ve tanıyan Yogyakarta ilkelerini (Yİ) kaleme aldılar. Böylece, 2016’da Birleşmiş Milletler Cinsel Yönelim ve Cinsiyet Kimliği Bağımsız Uzmanı (SOGI) yetkilisi pozisyonu doğdu. Görev süresi, çoğunlukla LGBTQİA+ aktivistlerin yılmak bilmeyen diretme edimleri sayesinde 2019’da üç yıl daha yenilendi. 174 ülkeden 1.300 kuruluş, görev süresinin yenilenmesi çağrısında bulunan bildiriyi imzaladı.
Lord Macaulay’ın yasalarının yürürlüğe konmasından 160 yıldan fazla bir süre sonra, ABD’de Hıristiyan evanjelik hareketinden ve daha yakın zamanda Birleşik Krallıktaki trans dışlayıcı radikal feministlerden (TERF’ler) beslenen LGBTQİA+ karşıtı insanlar, LGBTQİA+ ların kazanımlarını baltalamak adına genellikle henüz gelişmekte olan bölgelerdeki insanları etkilemeye çalışıyor. Uganda’ya Hıristiyan evanjelizminin ihracatı, eşcinsel ilişkinin kendisini, ‘teşvik edilmesini’ veya tanınmasını suç sayan eşcinsel karşıtı yasaların genişlemesine yol açtı. Bu tür gruplar aynı zamanda büyük meblağlarda para ve propaganda yardımıyla Uganda’nın politik gündemini şekillendiriyor. Sağcı dindar gruplar da eşcinsel ilişkinin suç olmaktan çıkarılmasını önlemek için ilgili taraflar olarak temyiz başvurusunda bulundular. Bu karanlık hareket şimdilerde ise İngiltere’ye ve Avrupa’ya yayılıyor.
Tüm bu örnekler, mücadelenin henüz bitmediği anlamına geliyor. Bu nedenle, İngiliz Milletler Topluluğu’ndaki 47 ülkenin 66 LGBTQİA+ örgütünden oluşan The Commonwealth Equality Network (TCEN) gibi gelişmekte olan ülkelerdeki LGBTQİA+ çalışmaları yürüten ağlar, eski sömürgelerdeki LGBTQİA+ eşitlik mücadelesinde kritik önem taşıyor.
Aynı zamanda, LGBQİA+’lar arasında ırkçılık ve benzeri, birden fazla ayrımcılık biçimine maruz bırakılan beyaz olmayan LGBTQİA+’ ların haklarını savunmayı da unutmamalıyız. Birleşik Krallıktaki ana akım LGBTQİA+ hareketinde boy gösteren ırkçılığa bir başkaldırı olarak, Afrika, Asya, Orta Doğu, Latin Amerika ve Karayipler kökenli LGBTQİA+’lar için dünyanın en büyük kutlaması organize edildi: UK Black Pride. LGBTQİA+’ların maruz bırakıldığı diğer zorluklar arasında cinsellik alanına hapsedilme, medya ve sanatta görünmez kılınma bulunuyor. LGBTQİA+ deneyimini ve tarihini Batılı bir mercekle görme konusunda sürekli teyakkuzda olmamız gerekiyor. Örneğin, “açılma” etrafında dönen tartışmalar, beyaz ve/veya batılı bir sosyal bağlam varsayma eğilimindedir ki dünyadaki birçok Queer kimlik bu bağlamdan uzaktır.
Hal böyleyken, uluslararası STK’lar sömürgeciliğin karanlık mirasını lağvetmek adına nasıl bir rol üstlenebilir? Başlangıç noktası, müttefikliğin ve dayanışmanın ne olduğuna, nasıl anlamlar barındırdığına içkin kafa yormak olacaktır. LGBTQİA+ aktivistleri dinlemek ve onların yönlendirmesiyle hareket etmek elzemdir. Kolektif bir sorumluluğun altına girmek ve nerede oluğuna bakmaksızın her türlü hak ihlaline ve adaletsizliğe karşı ses çıkarmak aynı derecede önem teşkil eder.
Müttefikliğin bir kısmı finansal bir bağlamda kurgulanabilir. LGBTQİA+ örgütler yıllar içerinde haklarını bağışçıların gündemine dahil etmek için yoğun bir çaba sarf ettiler. Uluslararası STK’lar bu fonlar için LGBTQİA+ örgütlerle rekabete girmemelidir.
Finansman, genellikle birçok LGBTQİA+’nın ilk ve yegâne temas noktası olan ve genellikle son derece zor koşullarda gönüllü olarak veya çok az fonla çalışan LGBTQİA+’ların oluşturduğu örgütlerin hayatta kalması için hayatidir. Covid-19’un etkisini anlamaya yönelik yapılan bir çalışmada, görüşmeci olarak yer alan LGBTQİA+ örgütlerin %60,9’u finansal rezervlerinin yeterli olmadığını belirtiyorlar. Bu kuruluşların üçte ikisi İngiliz Milletler Topluluğu ülkelerindeki LGBTQIA+ topluluklarına doğrudan hizmet sağlıyor.
Diğer müttefiklik alanları arasında, politika yapıcılara ve bağışçılara kapıların açılması ve LGBTQİA+ örgütlerle masanın paylaşılması yer alıyor. LGBTQİA+ örgütlerle dayanışma içerisinde hak ve özgürlüklerin yaygınlaştırılması ve güçlendirilmesi gerekiyor. İlerlemeci bir siyaset gündemiyle, kendi içimize dönüp bakmak ve yeri geldiğinde hiçbirimizin azade olmadığı fobik mekanizmalara içkin öz eleştirilerimizi vermek, böylesi bir mücadele için son derece gereklidir.
Hiç şüphesiz LGBTQİA+’lar homojen bir grup değil. İçlerinde cis kadınlar, trans erkekler ve trans kadınlar, non-binaryler, HIV ile yaşayan insanlar ve daha niceleri var. Zaman zaman birbirleriyle kesişen ve maruz bırakıldıkları ayrımcılıkların katmerlenmesine yol açan farklı sınıf, toplumsal cinsiyet, etnik köken, kast, klan/kabile mensubiyeti, dini ve diğer kimlikleri ile gruba dahil oluyorlar. Ancak tüm bu çeşitliliğin içerisinde, eski sömürgelerdeki LGBTQİA+’ları ortaklaştıran zorluklar mevcut: Gündelik hayatlarında peşlerini bir türlü bırakmayan sömürgeciliğin karanlık laneti, tarihlerine, kültürüne, geleneklerine ilişkin belleklerinin silinmesi ve suçlulaştırılmaları.
Uluslararası STK’lar, eşitlik ve adalet mücadelelerinde samimilerse, sömürgesizleşmeyi ve kesişen kimlikleri gündemlerine almakta kararlılarsa, tarihle yüzleşmek ve şu ankinden çok daha fazlasını yapmak durumundalar.
https://kaosgl.org/haber/lgbtqia-hak-savunuculugunuzda-gercekten-samimi-misiniz
Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol’u “dana dili” ile tehdit davasına başlandı