Kadınların adil, eşit ve güvenli toplumlarda kendi hayat tercihleri yönünde yaşamak sabrının kaldığını düşünmüyorum. Dünyanın dört bir tarafından New York’a akın eden sivil toplum kuruluşlarının buluştuğu BM Kadının Statüsü Komisyonu zirvesinde buna bir kez daha tanıklık ettik.
Birleşmiş Milletler’in Kadının Statüsü Komisyonu (CSW) 67. Oturumu 2 yıllık COVİD krizinden sonra New York BM Genel Merkezinde kadın hakları savunucularının katılımları ile devam ediyor. 6 – 17 Mart arasında BM Daimî Temsilciliklerinin ve ajanslarının devletler arası toplantı serilerinin yanı sıra, dünyanın dört bir tarafından New York’a akın eden sivil toplum kuruluşlarının panelleri de BM CSW zirvesinde yer almaya devam ediyor. CSW, Birleşmiş Milletler’de insan hakları savunucularının en etkin şekilde katkı sağladığı ve kadın hakları mutabakatlarının oluşturulmasına yönelik politika önerileri sundukları platformların başında yer alıyor. Bu sene dünyanın dört bir yanından 12 bin 800’den fazla sivil toplum üyesi BM’de gerçekleşen binlerce online ve fiziki panel için hem organizatör hem de katılımcı olarak yer aldı. Her sene ayrı bir tematik konu çerçevesinde açılan oturumun bu seneki ana çalışma alanı ise inovasyon ve teknolojik gelişimlerin, dijital çağda eğitimin cinsiyet eşitliğinin sağlanmasında, kadın ve kız çocuklarının kalkındırılmasındaki önemi. Birleşmiş Milletler Kadın Biriminin açıklamalarına göre global cinsiyet ayrımının tamamen kapatılması için önümüzde 286 yıl daha var. 380 milyondan fazla kadın ve kız çocuğu açlık sınırının altında yaşıyor ve her 3 kadından 1isi gıda güvencesizliği altında hayatını sürdürmeye çalışıyor. 102 milyon kadın, kürtaj haklarından mahrum edildikleri ülkelerde yaşarken, 800 binden fazla kadın ise her yıl, temiz suya erişim probleminden ötürü hayatını kaybediyor. Bugün itibariyle Afganistan’da 540 günden beri kız çocuklarının eğitim hakkı Taliban tarafından ellerinden alınmış durumda. Geçtiğimiz haftalarda İran’da binlerce kız öğrencinin okullarda kimyasal zehirlenme sonucu hayatını kaybettiği haberleriyle yeniden sarsıldık. BM Global İletişim Departmanı Genel Sekreter Yardımcısı Melissa Fleming’in yaptığı açıklamaya göre geçtiğimiz yıl kadınların online platformlarda en yüksek seviyede farklı şiddet türlerine maruz kaldığı not edildi. Aynı şekilde, otoriter rejimlerin cinsiyet ayırımcılığı bazlı yönetimleri altında işledikleri insanlığa karşı suçların dünya gündemine taşınmasında öncülük eden kadın gazetecilere ve medya mensuplarına karşı hukuki, fiziki ve psikolojik şiddet hiç olmadığı kadar artmış durumda. Vesile ile hatırlatmış olayım: İran’da Mahsa Jina Amini’nin ahlak polisleri tarafından geçtiğimiz Eylül ayında katledilmesini dünyaya duyuran iki kadın gazeteci Elaheh Mohammadi ve Niloufar Hamedi hala idam riski altında hapsediliyor. Vaziyet buyken artık kadınların adil, eşit ve güvenli toplumlarda kendi hayat tercihleri yönünde yaşamak için ne 286 yıl vakitleri olduğunu, ne de sabrımızın kaldığını düşünmüyorum. Bu korkunç veriyi gerçeklikten uzaklaştırmak için en etkin metodun kadın insan hakları savunucularının Birleşmiş Milletler ve diğer tüm uluslararası kurumların zirvelerinde aktif katılımı, güçlendirilmeleri, genç aktivistlerin karar verici mercilerde daha etkin rol alması ve başarılı sivil toplum kuruluşu projelerinin dünyanın farklı yerlerinde özel sektör ve devletler iş birliği çerçevesinde yaygınlaştırılması olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple aynı zamanda Birleşmiş Milletler temsilciliğini yapmış olduğum, BM Global İletişim Birimine bağlı birlikte yaşama kültürü, insan hakları ve sürdürülebilir kalkınma çalışmaları yapan Journalists and Writers Foundation’ın (JWF) CSW çalışmaları benim için çok kıymetli. JWF’in yıl içerisinde kadın hakları savunucuları ve genç aktivistlerle yaptığı çalıştay serileri sonrası Amerika, İngiltere, Yunanistan, Almanya, Hindistan, Romanya, Brezilya ve Kırgızistan’dan katılım sağlayan 13 sivil toplum kuruluşu ile BM CSW zirvesinde 12 farklı panel düzenlenmeye devam ediliyor. Oturumlarda kadın gazetecilere karşı artan şiddet, kadın mültecilerin başarılı entegrasyon süreçleri için politika önerileri, Türkiye’de kadına karşı kesişimsel şiddet, devlet eli ile kadına karşı işlenen insanlık suçlarına karşıt global dayanışma, kadın hakları savunucularının güçlendirilmesi, iklim krizi ve cinsiyet eşitliği, genç kadın profesyonellerin dijital ve teknolojik kaynaklar ile kalkındırılması gibi birçok konu başlığı konuşuluyor. Tüm bu paneller New York’ta BM Genel Merkezinin tam karşısında Türk, Kürt, Afgan, İranlı, Myanmarlı, Yunan, Romanyalı, Kırgız, Amerikalı, Hazar, Uygur, Ukraynalı, Brezilyalı ve Kanadalı uzman kadın konuşmacıları ağırlamaya 17 Mart’a kadar devam edecek. Ana organizatörlerinden birisi olduğum “Türkiye’de Kadına Karşı Kesişimsel Şiddet” paneli de diğer tüm oturumlar gibi 8 Mart Dünya Kadınlar Gününde önemli isimler ağırladı. Kadın hakları uzmanı, akademisyen Hafza Girdap moderasyonunda gerçekleşen bu panelde Kronos köşe yazarlarından, aynı zamanda GerçekNews’in Editörü Alin Ozinian Türkiye’de hem Ermeni hem de kadın bir gazeteci olmanın zorluklarından bahsetti. Etnik grupların ve farklı siyasi görüşler taşıyan toplulukların arasındaki ayırımcılığın had safhada olduğu Türkiye’de maalesef insanların “öteki” olarak gördüğü kişilerin haklarını savunma konusunda ne kadar çekimser kaldığının altını çizdi. Kanadalı İnsan Hakları Avukatı Sarah Teich ise 6 yaşındaki kanser hastası Yusuf Sayın’ın annesi Gülten Sayın’ın yaşamış olduğu hak ihlallerine karşıt devam eden uluslararası hukuki süreçlerden bahsetti. Panele aynı zamanda 2010 yılında boşandığı eşi tarafından 11 kez bıçaklanarak vahşice katledilen Ayşe Paşalı’nın kızı Burcu Başaran da video mesaj yoluyla katıldı. Kadınları özellikle aile içi şiddetten koruyan yasaların etkin bir şekilde uygulanmaması sonucu artan kadın cinayetlerine vurgu yaptı. Kürt Sanatçı ve Söz Yazarı Hozan Canê’nin konuşması panele damga vurdu, katılımcılar Canê’yi ayakta dakikalarca alkışladılar. 2 ay önce Kronos’a verdiği mülakatla tüm dünyaya sesini tekrardan duyuran Hozan Canê, bu panel vesilesiyle Türkiye’de özgürlüğünden mahrum bırakıldığı hapis yıllarda yaşamış olduğu tüm cinsel, fiziki ve psikolojik ihlalleri BM CSW zirvesine taşıdı. Hozan Canê sözlerine “Güçsüz olarak görülen biz kadınlar için hala sömürge statüsünde olan toplumlarda tehlike daha da büyüktür. Özellikle biz Kürt kadınları sistematik bir hukuksuzluk çemberinin mağduruyuz. Anadilimizin, isimlerimizin, kültür ve müziğimizin, yerleşim alanlarımızın isimlerinin yasaklanması gibi ağır bir adaletsizlik, baskı ve zulümle karşı karşıyayız” diyerek başladı ve 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP’nin daveti üzerine katıldığı bir etkinlik sonrası gece saat 2’de evine dönerken jandarma tarafında ıssız bir yerde göz altına alındığını anlattı: “Günler sonra beni bir mahkemeye çıkardılar ve orada tutuklanarak Edirne Cezaevine götürüldüm. Askerler beni Cezaevi gardiyanlarına teslim etiler. Küçük bir odaya alındım, orda soyunmamı istediler, kabul etmedim. Üzerimde günlerdir naylon kumaşlı olan sahne elbisem vardı. Birkaç gardiyan beni zorla soydu. Birisi eldiven takarak, elini ana rahîmime soktu. Diğer gardiyanlar üstüme çöktü̈ ve beni hareketsiz bıraktılar. Bundan dolayı aşırı kanamam oldu. Ben iki yıl öncesinden menopoza girmiştim. Beni bundan sonra bir hücreye atılar oranın da penceresi yoktu, nefes alamadım. Bağırdım kapıya vurdum, gardiyanlar gelince beni insan olan bir koğuşa alın dedim.” Hozan Canê kendi yaşamış olduğu insanlık suçlarının yanı sıra, aynı koğuşu paylaştığı lohusa bir kadın ve 15 günlük bebeğinin de yaşamış olduğu ihlalleri, hasta bebeğe hiçbir tıbbı yardım yapılmayıp, temel ihtiyaçlarının dahi giderilmediğini dünyanın dört bir yanından gelen katılımcılara anlattı. Alman yetkililerinin devreye girmesi sonucu Temmuz 2021’de serbest bırakılan Hozan Canê, “Ben şu an dışardayım, ama Türkiye ve İran zindanlarında binlerce kız kardeşim hala işkence ve baskıya maruz kalıyor. Bu yüzden bugün buraya, bu kız kardeşlerimin sesini size duyurmak için geldim. Benim de tek suçum Kürt bir kadın olmak ve Kürtçe şarkı söylemekti. Buna terör dediler.” sözleriyle uluslararası topluluğa seslendi. İran’da geçtiğimiz Eylül yılında başlayan, kadınların öncülük ettiği devrim için de Birleşmiş Milletler paneli vesilesiyle mesajını dünyaya duyuran Canê, “Dilerim tüm kız kardeşlerim dünyanın her tarafında Jin-Jiyan-Azadi temelinde her daim özgür ve güzel yaşasınlar. Bizler Birleşmiş Milletler ‘in 21’inci yüzyılda kadın cinayetlerini hala bir insanlık suçu olarak kabul etmemesini yadırgıyor ve ayıplıyoruz.” diyerek sözlerine son verdi.
https://kronos36.news/tr/kadinlar-daha-adil-esit-ve-guvenli-gelecek-icin-bmde-bulustu/
LGBTQİA+ hak savunuculuğunuzda gerçekten samimi misiniz?