Bir yandan da dayanışmayı norm kılmaya çalışan örgütlenmeler, kamu desteğinin yok denecek kadar az olduğu bu yerlerde umudun sönmesini engelliyor. Hali hazırda şiddetli ayrımcılıklara maruz kalan LGBTİ+’lara odaklanan gruplarla bizzat konuştuğumuzda bu çok daha belirgin bir şekilde ortaya çıkıyor. Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu’ndan Yusuf Gülsevgi anlatıyor. Kısaca kendinizden bahseder misiniz ne zaman ve ne saiklerle kuruldunuz? Yusuf Gülsevgi: Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu, 22 Şubat 2022 tarihinde Antep’te yaşayan LGBTİ+ öznelerin biraraya gelerek oluşturduğu bir topluluk. Herkesin kendinden bir şey katarak ördüğü bir topluluk olarak Gaziantep’te ve çevre illerde yaşayan LGBTİ+’larla dayanışma motivasyonuyla bir araya geldik, ancak çevre illerle dayanışmak pek mümkün olmadı. İletişim kuramadık, doğrudan ulaşamadık. İlerleyen süreçte Antep’te aktivizm yaptığımız, Antep’te yaşayan LGBTİ+’larla dayanıştığımız bir topluluk olarak var etmeye çalıştık kendimizi. Aslında vegan kapsayıcı bir grup olarak yola başlamıştık ancak geldiğimiz son noktada doğrudan vegan bir örgütlenme haline geldik. Aynı anda LGBTİ+ aktivizmi ve vegan aktivizmi yapıyoruz, meseleye kesişimsellik bağlamında bakıyoruz ve LGBTİ+ hareketinin de tamamen veganize olması gerektiğini savunuyoruz. Mücadele alanı bir bütündür, şiddet de bir bütündür, mücadele alanları kesişiyor, şiddet de kesişiyor aslında. Yani şiddete karşı bütüncül bir şekilde karşı çıkmaya çalışıyoruz, böyle bir yerden hayvan özgürlüğü politikamız var. Deprem sonrasında nasıl bir süreç yaşadınız? Yusuf: Depremden hemen sonra yoğun başvuru almaya başladık, özellikle Twitter ve Instagram üzerinden veya doğrudan mail adresimize ulaşanlar veya arkadaşları aracılığıyla ulaşanlar oldu. İnsanların talepleri bu süreçte ağırlıklı olarak gıda, barınma ve ısınmaydı. Depremden etkilenen LGBTİ+’ları Gaziantep’teki sosyalist ve feminist kafelere yani güvenli alanlara yönlendirmeye çalıştık ancak yeterli sayıda güvenli alan olmadığı için bize ulaşan, ihtiyacı olan LGBTİ+’lara maalesef bu süreçte yeterince yardımcı olamadık. Bunun dışında gıda talebinde bulunan arkadaşlar oldu. Bir şekilde dayanışma ile gıda kolileri hazırladık ve bunları talep edenlere ulaştırdık. Bu süreçte Hatay’da yaşayan LGBTİ+’lar bize ulaşmaya başladı ve gıda talebinde bulundular. Gıdaları yine Gaziantep’te hazırlayıp 8 Mart’ta Hatay’a götürdük. Bu arada hayvan özgürlüğü politikamız gereği gıda kolilerimizin tamamı vegandı. Sadece gıda değil giysi, hijyen kitleri gibi kolilerimizin de tamamı vegandı zira bu süreçte hayvan sömürüsünü fonlamak ve yeniden üretmek istemedik. Deprem sonrası insanlar yardım talep etmenin yanında kendi deneyimlerini aktarmak için de bize ulaşmaya başladılar. Mesela Gaziantep belediyesinin ve mahallesinin belirlemiş olduğu güvenli alanlara giden LGBTİ+’lardan bu alanlarda ayrımcılığa ve hak ihlallerine maruz kaldıklarını aktaranlar oldu. Belediyenin ve Gaziantep mahallesinin belirlemiş olduğu alanlara giden arkadaşlarımız, bu alanlarda dış görünüşlerinin “şiddetin gerekçesi” haline getirildiğinden bahsettiler ve homofobik, transfobik, nefret söylemlerine maruz kaldıklarını söylediler. Alanda yanlarında oturan insanlardan “sonumuz lut kavmi gibi olacak”, “insanlar zıvanadan çıktı”, “bu deprem Allah’ın verdiği bir ceza”, “Tanrı aslında depremle bizi imana getirmek istiyor” gibi yorumlara maruz kaldıklarını söylediler. Yani şiddet ve hak ihlalleri de yoğun bir şekilde artmaya başladı bu dönemde. Sosyal medyada şiddet arttı, biz de hesaplarımıza yoğun saldırı aldık. Yine depremin, felaketin bir ceza olduğunu ve depremin aslında “LGBTİ+’lar” yüzünden gerçekleştiğini söyleyenler oldu, dayanışmamız provoke edilmeye çalışıldı. “Orada bir afet var ve siz hala LGBTİ+ derdindesiniz, heterolara yardım etmiyorsunuz ve hetero ve LGBTİ+ diye insanları ayırmaya çalışıyorsunuz” minvalinde mesajlar aldık. “Afette de mi bunu yapıyorsunuz, bari bu zamanda bu ayrımcılığı yapmayın” diye suçlandık. Ancak maalesef, afette o ayrımcılığı yaratan biz değildik, biz ayrımcılık yapmadık, çalıştığımız alanda olan öznelerle dayanışmaya çalışırken ayrımcılık yapmakla suçlandık. Evet afetin LGBTİ+sı, kadını, Kürdü, Türkü, Alevisi, ateisti olmuyor ancak pratiğe baktığımızda oluyor çünkü bu süreçte LGBTİ+ arkadaşlarımızın yaşadığı deneyimler var. Arkadaşlarımızın cinsel yönelimi ve cinsiyet kimlikleri gerekçe edilerek şiddete maruz kaldıklarını görüyoruz. Deniz Palmiye bu süreçte yaşamını yitirdi Hatay’da, depremden kurtuldu ancak kendisine cinsiyet kimliği bahane edilerek en temel ihtiyacı olan çadır verilmediği için soğukta kalmak istedi, güvenli alanlara gidemedi çünkü şiddete maruz kalmıştı veya şiddete maruz kalma kaygısı vardı. Tam olarak kaygıları yüzünden bu güvenli alanlara gidemedi ve depremden kurtulmuş olduğu halde sokakta soğuktan yaşamını yitirdi. Bu ayrımcılığı kim yapıyor iyi sorgulamak gerekiyor. Bu süreç de Antep Queer LGBTİ+ Dayanışması ve Topluluğu altında biraraya gelen lubunyalarla, LGBTİ+’larla queer aktivistlerle yürüttüğümüz bir kampanya da oldu. Türkiye’nin birinci, dünyanın dördüncü en büyük hayvan hapishanesi olan Gaziantep Hayvanat Bahçesi’nde yaşayan hayvanlara dair bir kampanyaydı bu. Depremde istese de kaçamayan, bedenleri esaret altında olan hayvanların deprem sonrası sağlık durumlarının nasıl olduğunu, alınan koruyucu ve önleyici tedbirlerin ve uygulanan tedavilerin neler olduğunu Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’ne sorduk. Ancak maalesef sorularımız cevapsız kaldı. Bunun üzerine sosyal medya üzerinden bir kampanya çalışması yaptık #GaziantepHayvanatBahçesiNeDurumda etiketiyle esir hayvanların durumlarının kamuoyuyla paylaşılmasını talep ettik ancak talebimiz yine karşılıksız kaldı. Depremden sanıyorum bir ay sonraydı, Gaziantep Hayvanat Hapishanesi’nin tamamen kamuoyuna ve ziyarete açıldığını öğrenince, hem hayvanlarla dayanışmak hem de doğrudan yerinde gözlem yapmak için buraya gittik. Ancak durum hiç de iç açıcı değildi, hayvanlar çok zayıf ve çok mutsuz görünüyordu. Aynı zamanda alanda elektrik kaçağı olduğunu fark ettik ve bu noktaların tamamını da belgelendirdik. Bunun dışında ağzı tamamen şiş bir yılan tespit ettik. Görevli kişiye yılanın sağlık durumunu sorduğumuzda “o geldiğinden beri böyle” cevabını aldık. Yılanın geldiğinden beri hiçbir tedavi görmediği ortadaydı. Sonradan öğrendik ki, belediyenin büyüklüğüyle övündüğü bu hayvan hapishanesinde bir tane bile veteriner hekim bulunmuyordu. Yönetim başkanının kendisi veterinermiş ve canı ve keyfi isterse gidip hayvanları muayene ediyormuş. Bunun gibi pek çok hak ihlalinin var olduğunu öğrendik.
İzmir’den 1 Mayıs izlenimleri: Gökkuşağı kortejini daha da büyüterek yürüyeceğiz