Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Coşkun Üsterci, “Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2023 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekanlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekanı haline gelmiştir” dedi.
SULTAN EYLEM KELEŞ İzmir’de insan hakları savunucuları ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri, 10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü dolayısıyla Alsancak 10 Ekim Anıtı önünde basın açıklaması düzenledi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Coşkun Üsterci, “Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2023 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında, sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekanlarda, yani resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları, yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekanı haline gelmiştir” dedi. Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) İzmir Şubesi, Eşit Haklar İçin İzleme Derneği, Hak İnisiyatifi Derneği, Halkların Köprüsü Derneği, İmece Dostluk ve Dayanışma Derneği, İnsan Hakları Derneği (İHD) İzmir Şubesi, İnsan Hakları Gündemi Derneği, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) İzmir Şubeler Platformu, Özgürlük İçin Hukukçular Derneği (ÖHD), Türk Mimar ve Mühendisler Odası Birliği (TMMOB) İzmir İl Koordinasyon Kurulu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) İzmir Temsilciliği; 10 Aralık Uluslararası İnsan Hakları Günü dolayısıyla bugün Alsancak 10 Ekim Anıtı önünde basın açıklaması düzenledi. “İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin kabul edilişinin 75. yılında tüm insanların onur ve haklarda eşit olduğu bilinciyle; ekonomik kriz ve yoksulluğa karşı ekonomik ve sosyal Haklarımızı, savaşa karşı barış hakkımızı, deprem, salgın, vb. olağanüstü hallerde toplumsal dayanışmayı, baskılara karşı insan hakları değerlerini ve demokrasiyi savunuyoruz” yazılı pankart açan sivil toplum kuruluşu temsilcileri, “İnsan, haklarıyla insandır”, “Haklar kullandıkça vardır”, “Savaşa hayır, barış hemen şimdi”, “Hak, hukuk, adalet” sloganlarını attı. Ortak basın açıklamasını okuyan Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Genel Sekreteri Coşkun Üsterci şunları söyledi: “Kabul edilişinin 75. Yılında İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi hala kutup yıldızı gibi insanlığın yolunu aydınlatmaya devam ediyor. Bildirgenin hazırlanması, Birleşmiş Milletler (BM) bünyesinde, 29 Nisan 1946 tarihinde, İnsan Hakları Komisyonu’nun kurulmasıyla başlamıştır. Komisyonca hazırlanan bir giriş ve 30 maddeden oluşan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, 10 Aralık 1948 günü Fransa’nın başkenti Paris’te toplanan BM Genel Kurulu’nda kabul ve ilan edilmiştir. Türkiye, Evrensel Bildirge’yi 27 Mayıs 1949 tarihli Resmi Gazete’de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur. Evrensel Bildirge 500’den fazla dile çevrilmiştir. Bu özelliği ile de en çok dile çevrilen insan hakları belgesi olma özelliğini taşır. BM Genel Kurulu, 4 Aralık 1950 tarihinde “10 Aralık” gününü, “Uluslararası İnsan Hakları Günü” olarak ilan etmiştir. “EVRENSEL BİLDİRGEDE YER ALAN HAK VE ÖZGÜRLÜKLERE DAYALI DÜZEN HALA KURULAMAMIŞTIR” BM, İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın bir daha asla yaşanmaması için, barış, insan hakları ve demokrasi ideallerine dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle inşa edilmiştir. Bugün gelinen noktada maalesef bu ideallerin çok gerisinde kalınmıştır. Evrensel Bildirgede yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen hâlâ kurulamamıştır. BM, varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Maalesef güçlü devletlerin çıkar ilişkilerine dayalı oluşturdukları askeri ve ekonomik birliktelikler, savaş politikaları en son Gazze’de yaşanmakta olan derin insani krizde olduğu gibi halkları temel hak ve özgürlüklerini tümüyle kullanamaz hale getirmiştir. Özellikle devletlerin demokrasi ve hukuk taahhüdünden giderek uzaklaşmaları insanlığın en önemli kazanımlarından birisi olan insan haklarının, hem bir referans sistemi hem de bir denetim mekanizması olarak zayıflamasına yol açmıştır. Bu da küresel insan hakları rejiminin ağır bir kriz içine girmesi sonucunu doğurmuştur. “TÜRKİYE KALICILIK, SÜREKLİLİK KAZANDIRILAN BİR OHAL REJİMİ İLE YÖNETİLMEKTEDİR” Yaşanan tüm olumsuzluklara karşın dünyanın her yerinde halklar özgürlük, adalet, eşitlik ve insan hakları talepleriyle itirazlarını yükseltmektedirler. Devletlerin ve hükümetlerin bu itirazlara yanıtı ise şiddetin her türünü sistematikleştirip yaygınlaştırma ve hayatın tek gerçeği olarak toplumlara dayatma şeklinde olmaktadır. Bugün tüm dünyada yaşanan ağır kriz karşısında insan haklarını savunmak ve kurucu rolünü yeniden etkin kılmak en asli görevimizdir. Bu kriz hali Türkiye’de de tüm yoğunluğu ve ağırlığı ile yaşanmaktadır. Ülke, 2016 yılından bu yana önce doğrudan, 19 Temmuz 2018 tarihinden itibaren de resmen kaldırıldığı söylense de yapılan pek çok düzenleme ile kalıcılık/süreklilik kazandırılan bir OHAL rejimi ile yönetilmektedir. Bu durum/süreç, siyasal iktidarın gücünü sınırlandıran anayasacılık ve hukukun üstünlüğü ilkelerinin terk edilmesine yol açmıştır. Böylelikle keyfilik ve belirsizlik kamusal/siyasal alanın asli unsurları haline gelmiştir. Özellikle bir yönetim tekniği olarak başvurduğu belirsizlik yaratma gücü, siyasal iktidara erkini daha da merkezileştirip toplum üzerindeki baskı ve kontrolünü arttırma olanağı sağlamaktadır. Siyasal iktidarın ekonomiden toplum sağlığına kadar ülkenin tüm meselelerini güvenlik sorunu haline getiren, toplumu kutuplaştıran, ülke içinde ve dışında şiddeti esas alan, bilhassa da Kürt sorununun ve uluslararası sorunların çözümünde çatışma ve savaşı tek yöntem haline getiren politikaları sonucunda 2023 yılında da ülkede yüksek sayılarda yaşam hakkı ihlalleri yaşanmıştır. Çok faklı toplumsal kesimlerden insanlar ya doğrudan kolluk güçlerinin şiddeti ya da devletin, “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmemesi sonucu yapısal şiddetin ve/veya üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen şiddetin sonucu yaşamlarını yitirmişlerdir. “DEPREMİN YOL AÇTIĞI ÖLÜMLER YAŞAM HAKKININ İHLALİDİR” 6 Şubat 2023 tarihinde, Türkiye’nin de içinde yer aldığı coğrafyanın yakın tarihinde görülen en büyük doğal afetlerden biri yaşanmıştır. Resmi açıklamalara göre en az 50 bin 783 kişi yaşamını yitirmiştir. Türkiye, aktif fay hatlarının bulunduğu bir deprem ülkesidir. Bu gerçekliğe ve geçmişte yaşanan depremlerden çıkarılan acı derslere rağmen siyasal iktidarlar, sorumluluklarını yerine getirmemişler, bilimin gereklerine uygun deprem hazırlıkları yapmamışlar, etkin afet yönetim planları oluşturmamışlardır. Bu kabul edilemez eksikliği/ihmali devletlerin başta yaşam hakkı olmak üzere tüm hak ve özgürlükleri koruma ve geliştirme yükümlülüğü/sorumluluğu ile birlikte değerlendirdiğimizde depremin yol açtığı ölümler yaşam hakkı ihlalidir. Daha da ötesi yıkım ve tahribatın bu denli büyük bir boyuta ulaşmasında insan faktörünün doğrudan etkisi düşünüldüğünde yaşanan deprem bizzat ağır insan hakları ihlalidir.
Arkadaşlarını tuvalette darbedip kaydeden 5 kız gözaltına alındı…