Geleneksel bir İskandinav kilim dokuma türünden ilhamla başladığı sanatıyla ürettiği “özgün tasarımlar” Deniz’i diğer birçok dokumacıdan ayırıyor. Kendisinin sosyal medya [1] hesaplarına denk geldiğimde çok heyecanlandığımı hatırlıyorum; sağa sola bakan kanlanmış yorgun gözler, bin bir duyguyu barındıran hayret verici yüzler, memeler, pipiler, oyuncaklar, fetişler… Her biri rengarenk dokuma ipleriyle hayat bulsa da bazısının hikayesi biraz karanlık, bazen de biraz eğlenceli.
Sizleri Deniz Satır Hartikainen ile tanıştırmak ve onun dünyasına davet etmek istiyorum.
Deniz merhaba! Seni tanımayı çok isterim. Neler yapıyorsun, bize biraz kendinden bahsetmek ister misin?
Heyt! ABD doğumlu, İstanbul’da büyümüş ve son 5 senedir Finlandiya’nın Jyväskylä şehrinde yaşayan bir dokumacıyım. Buraya ilk 2011 yılında AFS lise değişim programıyla gelmiştim, Türkiye’de üniversiteden mezun olduktan sonra, hatta mezun bile olmadan, tekrar buraya taşındım. Kedilerimle birlikte sessiz sedasız bir hayat yaşıyorum burada.
Sanıyorum ki hukuk öğrenciliğinden dokuma sanatına uzanan bir yolculuğun var. Bu yolculuk ve üretim sürecin nasıl başladı?
Evet! Marmara Hukuk Fakültesinden 7,5 senede mezun oldum. Buradaki çok istediğim İnsan Hakları Hukuku ve Çevre Hukuku masterlarının ikisinden de kabul alamayınca, bir sene boş kalmayayım diye, yaşadığım kasabanın dokuma okuluna girdim ve olan oldu! El işini her zaman çok sevdim ama yaptığım tığ ve örgü işlerini boş zamanımda uğraştığım bir şeyin ötesinde görememiştim hiçbir zaman. Dokuma okulu bu konuda biraz gözümü açtı aslında. Bu esnada da babama BPDCN isimli nadir görülen bir Lösemi teşhisi kondu. O aralar her gün yeni bir tasarım, yeni bir duvar halısı yapıyordum. Geriye dönüp bakınca anlıyorum ki böyle başa çıkmışım bu yeni hayat düzenimizle. Dokuma esnasında da sürekli bir meditasyon halinde oluyorsunuz, bana bu kadar iyi gelen ve hayatımın en zor aylarında beni ayakta tutan bir şeyi ‘bu benim hobim’ deyip bir kenara bırakamazdım. O gün bu gündür hukuk mukuk saldım gitti.
Yaptığın çalışmalar oldukça ilgimi çekiyor. Dokuma gibi “geleneksel” denilebilecek bir yöntemle normlara meydan okuyan tasarımlar üretiyorsun. Bize biraz çalışmalarından bahsedebilir misin?
Duyduğuma sevindim! Böylesine geleneksel ve zamanında geyik, manzara, çiçek görselleri ile özdeşleşmiş bir teknikle dildo falan dokumak komik bence bayağı. (Gülüyor) Renkli, politik ve hisli duvar halıları onlar, ben öyle tanımlayacağım. Her ne kadar punch nakışı olsalar bile bir Iskandinav dokuma türü olan ‘rya halı’lar aslında işlerimin konsept olarak çıkış noktası. İşler tekstil ürünü ve renkli olduğu için işlerimin içerikleri bazen farklı algılanabiliyor da. Bir de mesela ‘How have you been?’ isimli, üzerinde kendini asan birinin olduğu işim var. Diğerleri gibi bu da renkli. Benim için çok hüzünlü ve aksettirici bir iş. Onunla ilgili ‘intihar dalga geçilecek bir konu değil’ minvalinde birkaç dönüş almıştım. Halıların renkli olması ve hatta halı olmaları insanlar tarafından benim üretimlerime hep pozitif ve şen şakrak bir yerden yaklaştığım algısını yaratabiliyor. Amacım orada herhangi bir şeyle dalga geçmek değil, kaldı ki bence bu da mizahı olmayacak bir konu değil bence zaten.
Çalışmalarında bedene, cinselliğe ve fetişlere dair imgeler görüyoruz; memeler, pipiler, kanlanan gözler, seks oyuncakları veya vücut kemerleri… Tekrarlayan bu imgelerin bir hikayesi var mı?
Bunun üzerine gerçekten düşündüm. Bence bunun iki sebebi var, ilki, bu kadar geleneksel bir dokuma tekniğiyle provokatif imgeler ortaya çıkarmanın hazzı. Diğeri ise kabak gibi ortada bence, geç keşfedilmiş cinsel kimlik. Ergenliğim ve sonrasında kendi içimde yaşadığım bu kaosun dışavurumu herhalde. Ama mesela o bacak dildosunun olduğu ‘Mezbiyen’ isimli işimdeki pozisyonu çok sevdiğim için halıya dönüştürmek istedim, hiçbir derinliği olmayan bir sebep yani, kısacası yaptım oldu. (Gülüyor)
Türkiye’den ayrılmak ve Finlandiya’ya yerleşmek senin düşünce dünyanı ve dolayısıyla üretimlerini, tasarımlarını etkiledi mi?
Dokumaya aslında Finlandiya’da başladım. Bence göçmen olmam işlerime bayağı bir yansımış durumda. Geriye dönüp baktığımda fark ediyorum ki Finlandiya’ya taşındıktan sonraki 2-3 sene kafam bayağı bir karışıktı, Türkiye’ye her gidip gelişimde daha da yabancılaştığımı hissettim kendi büyüdüğüm yere. İşlerimdeki karakterler bence bunu yansıtıyor, ki ben de zaten yeni yeni fark ediyorum aslında. Çok kaygılı bir insanım, bu pandemiden sonra da iyice arttı. Hayatımı da bu durumuma adapte ettim aslında. Finlandiya’da sakinleşiyorum, Türkiye’ye gelince birdenbire bir adrenalin patlaması. Bu tezatlık iyi anlamdan dengemi altüst ediyor, bayağı keyifli. 4-5 ay İstanbul’a gitmeyince içim kuruyor resmen, özlüyorum. Aile özlemi zaten canıma okuyor, oraya hiç girmeyeyim ama İstanbul’da birkaç gün kaldıktan sonra da diyorum ki ‘tamam, ben köyüme döneyim artık’. Bu dengesizlik sanat pratiği açısından işime yarıyor.
İlham aldığın veya üretim sürecini besleyen dinamikleri de merak ediyorum doğrusu. Nelerden besleniyorsun ve bunları tasarımlarına nasıl yansıtıyorsun?
İlham verici demek belki çok doğru değil ama babamın hastalığını ilk öğrendiğim zamanlar o korkunç çaresizlik hissinden beslendiğimi söyleyebilirim. Neyse ki bunlar şu an yerini çok daha hafif kaygılara bıraktı. Bir de Göçmen ve Türkiyeli olma kombinasyonu…
Daha somut bir şey ise, geçen Kasım’da çıkan ‘Kid a mnesia Exhibition’ isimli Radiohead’in video oyunu/sergisi. Kasım ayında ilk oynadığımdan beri aklımdan çıkaramadığım bir deneyim. Radiohead’in en kült iki albümünün müzik ve şiirleriyle birleştirilmiş bir sanal gerçeklik deneyimi. Bayağı halüsünatif. Keşke ben yaratmış olsaydım dediğim onlarca Stanley Downwood görseli…
Üretim sürecin nasıl işliyor? Çalışmaların bize ulaşmadan önce nasıl aşamalardan geçiyor?
Kasnağa kumaş geriliyor önce. Bazen kalemle kumaşa üstünkörü çizilmiş, bazense tabletle ne olduğu biraz daha belli olan bir çizim oluyor. Sonrasında da dokuma başlıyor. Benim işlerim çoğunlukla punch dokuma, çok çabuk sonuç veren ve işin gelişimini çok belirgin şekilde takip edebildiğiniz bir teknik. Bir de! Yün alışverişi yapmaktan nasıl bir haz aldığımı anlatamam. Renk ve doku seçmek, farklı materyallerin avına çıkmak çok keyifli ve heyecanlı.
Genel olarak dokuma sanatının alternatif sanat mecralarında gün geçtikçe daha çok yer edindiğini görüyorum, bilmiyorum yanılıyor muyum? Sen ne düşünüyorsun? Sanki bu alandaki üretim daha çok görünürlük kazanmaya başladı.
Kesinlikle öyle! Tığ işi, punch, tezgâhta dokuma gibi el sanatlarını zaten yün ve elişi meraklıları az çok biliyordu, Instagram bu insanlar için bambaşka bir dünya bence. Ama mesela bu tuft tabancasını kullanan kişiler bunu Instagram ve Tiktok üzerinden bambaşka ve çok çekici bir şekilde pazarlamayı başardılar. İşin içine pandemi de girdi ve insanlar yaratıcılıklarını keşfetmeye başladılar. Dokumacılığın, tekstil sanatlarının da burada yer bulmuş olması çok güzel. Çok samimi bir uğraş bence zaten, tam pandamı işi, çok ‘cozy’.
Yer aldığın projeler veya sergiler var mı şu anda? Çalışmalarını nerelerden nasıl takip edebiliriz?
Son bir senedir aralıksız bir şeylere hazırlanıyorum. Nisan sonunda, yaşadığım Jyväskylä şehrindeki sergimin bitmesiyle ilk defa bekleyeceğim/hazırlanmam gereken hiçbir şey olmayacak uzunca bir süre, o yüzden biraz tedirginim. O yüzden şimdilik web siteme ve Instagram’a beklerim.
Kadın katili düzeninize susmuyoruz!